10 Mart 2009 Salı

AFFEDEBİLMEK

NEŞESİZLİK

Aradan yıllar geçtiği halde yazmaya cesaret edemiyordu. Bir türlü sorunu ile yüzleşemiyordu. Zordu. Düşününce bile gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Yazabilmek için uzun süre kendisi ile savaştıktan sonra bilgisayarın tuşlarına dokundu. Onu ilk gördüğü günden başladı söze:

“Küçük kız okuldan geldiğinde gözlerine inanamadı. Evin avlusunda beyaz tüyleri kire bulanmış bir koyun ve yanında yüzü ile ayakları siyah ama kalan tüyleri bembeyaz bir kuzunun durduğunu gördü. Kocaman bir sevinç çığlığı yayıldı avluya. Kuzucuk korktu, anasına sokuldu. Küçük kız yere diz çöktü ve kuzucuğa sarıldı:
—Kuzucuk çok güzelsin, iyi ki buradasın. Dedi. İçeriden gelen annesi:
—İçeride bir kuzucuk daha var. Dedi. Küçük kız içeriye koştu. Yünlerin içinde sobanın başında yatıyordu. Bembeyaz kıvırcık tüyleri vardı. Diğer kuzudan daha küçük ve tombuldu. Ona elini uzattığında minik kuzu elini yaladı:—Sen yeni doğmuşsun ve açsın galiba minik kuzucuk. Yoksa annen seni emzirmedi mi? Diye sordu.

Akşam aile sofra başına toplandığında kuzuların öyküsünü anlattı annesi. İyi kurgulanmış, heyecanlı bir film izler gibiydiler:
—Pazarda bir çiftçi minik kuzuyu kucağında tutuyor ve “Satılık kuzu!” diye bağırıyordu. Önce anasından niye ayırdığını merak ettim, sordum. Çiftçi kuzucuğun anasının doğumda öldüğünü söyledi. Çok üzüldüm. Bir evi, yuvası olsun diye onu satın aldım. Kucağımda kuzucukla tam yürümeye başladım ki; amcamla karşılaştım. Kuzucuğu sordu, anlattım. Amcam kaşlarını çattı: “Olmaz!“ Diye gürledi. Şaşırdım. Aslında iyi niyetle kuzucuğu almıştım. Amcam konuşmasını sürdürdü: “Bu kadar küçük anasız kuzuya ne kadar iyi niyetli olursan ol, bakamazsın; ölür. Onun anaya ve ana sütüne eş süte ihtiyacı var. Hemen git ve kuzulu bir koyun al. Ola ki emzirir. Aslında sürüde pek çok kuzulu koyun varken bu kuzuyu sana satan insafsız adamın tekiymiş.” Dedi ve çok hayıflandı. Bir yanım başıma iş açtığımı söylüyordu ama diğer yanım doğru yoldasın, kuzucuğun sana ihtiyacı var diyordu. İyimser yanım kazandı. Zaten geri dönüşü olmayan yolda dümdüz gidiyordum. İyi ki kuzulu bir koyun bulup, alabildim. Minik kuzucuk kimsesizdi. Açtı. Yeni doğmuştu ve üşüyordu. Şimdi sıcak bir yuvası, anası ve kardeşi var.
Annesi sözlerini bitirdiğinde evdeki herkes kuzucuğa baktığından annesinin gözlerindeki mutluluk pırıltısını kimse görmedi. Kuzucuk ise her şeyden habersiz ve yorgun uyuyordu. O gece küçük kız hep kuzucuğu merak ederek sık sık uyandı. Ertesi gün erkenden kalkıp kuzucuğa bakmaya gittiğinde annesini başında gördü:
—Hadi! Kuzucuğu emzirelim.
Önce koyunun minik kuzuyu tanıması için koklamasına izin verdiler. Koyun tepki göstermedi. Kuzucuk memeye yöneldi. Ön iki ayağını dizlerinden büktü ve başıyla memeyi bulup emmeye başladı. O sırada koyun kuzucuğa tekme attı ve emmesine izin vermedi.
O gün ve daha sonraki günlerde koyunun bacaklarını tutmayı, kendi kuzusunu gösterip diğer kuzuyu memeye yanaştırmayı denediler. Koyun kuzunun emmesine asla izin vermiyor ve her defasında minik kuzuyu tekmeliyordu. Her defasında hayal kırıklığı ile koyundan sütü sağıp, biberonla minik kuzuya veriyorlardı. Yine yılmadan uğraştıkları bir gün koyun birden durdu. Minik kuzu coşkuyla memeye sarıldı. Koyundan gelen gurultuya benzeyen sesle annesi irkildi:
—Eyvah! Koyun sütünü çekiyor. Diye haykırdı. O sırada minik kuzu da memeyi bırakmıştı. Koyunu sağmak istediklerinde de birkaç saat sonra süt bulabildiler.
Aradan bir ay geçmişti. Küçük kız gördüğü rüyanın etkisi ile sabaha karşı yerinden fırladı. Alt kattaki oturma odasının sobasının başında yünlerin içinde yatan minik kuzunun başına geldi. İyi olduğunu görmek istiyordu. Ona dokundu. Kımıldamıyordu. Sıcak ta değildi. O sırada yanına gelen ana ve babasına gözyaşları içinde:
—Ona bir şey olmuş, kımıldamıyor. Dedi. Babası elinden tuttu. Ellerinden geleni yaptıklarını ama anasız yaşamanın onun için zor olduğunu anlattı. Küçük kız içini çeke çeke gördüğü rüyayı anlattı:
—Onu rüyamda gördüm. Yıldız olup gökyüzüne yükseldi ve kayboldu. Biliyordum. Öleceğini anladığım için geldim ama geç kalmışım.
Ana babası o gün küçük kıza uzun süre dil döktüler. Onun zor günler geçirdiğini, ölünce huzura kavuştuğunu anlattılar ama nafile.
Ertesi gün küçük kız diğer kuzuya sarıldı ağladı, ağladı. Onun siyah yüzünü öpüp:
—İyi ki sen varsın. Dedi.
Aradan günler geçti, havalar ısındı. Ağaçlar çiçek açtı, yerlerde otlar büyüdü ve yerler yeşillendi. Bir sabah babası küçük kızı erkenden kaldırdı. Güneş yeni doğuyordu:
—Kalk hadi! Koyun ve kuzu senin kendini doyurmanı bekliyorlar.
—Ne yapacağım? Diye sordu küçük kız. On dakika sonra evin arkasındaki bahçedeydiler. Koyun iştahla otları yemeye başladı. Kuzu deli taylar gibi atlayıp, zıplıyordu. Gül ayı sel ayı olduğu için gece sabaha kadar yağan yağmur açmıştı ama yerler hala ıslaktı. O ilk gün güzel günlerin başlangıcıydı.

Küçük kız her sabah Güneş doğarken kalkıyor, koyun ve kuzucukla beraber evin arkasındaki bahçeye koşuyordu. Kuzucuk gün geçtikçe büyüyordu. Tüyleri uzadığından kocaman görünüyordu. Aslında onun bir adı da vardı. “Neşe” Çünkü evin neşesi olmuştu.
Okullar tatile girdiğinde küçük kız için her şey daha güzeldi. Güller toplanmış, yağmurlar dinmişti. Hava ısınmış, yaz gelmişti. Kuzucuk gün boyunca küçük kızla birlikteydi. O nereye giderse, peşinden koşturuyordu. Farkında değillerdi ama ayrılmaz ikili olmuşlardı. Mahalledeki çocukların oyununa bile kuzucuk katılıyordu. Kızdırdıklarında olanca gücüyle toslamaya çalışıyordu ve çocuklar çok gülüyorlardı. Ta ki çocuklardan birinin canı acıyıp “Anam!” diye bağırıncaya kadar. Küçük kız Neşe’nin başına dokunduğunda çok şaşırdı. İki tane minik çıkıntı vardı. Boynuzları çıkıyordu. Küçük kız çok mutluydu. Kuzucuk yakında kocaman olacaktı.
Bütün yaz boyunca birlikte koştular, oynadılar, karpuzun içini biri dışını biri yedi. Çimenlerin üstünde birlikte uyudular. Yaz sonunda okullar açıldı. Küçük kız arkadaşlarını ve okulu özlemişti ama kuzucuktan ayrılmak çok zordu. Okulda vakit geçmek bilmiyordu. Eve dönünce Neşe’nin yanına koşuyordu. Artık kuzucuk demek zordu. Hala yetişkin değildi, ama artık kuzu gibi görünmüyordu, kocamandı.

Bir Cuma akşamı küçük kız gördüğü rüyanın etkisi ile yatağından fırladı. Neşe annesi ile birlikte uyuyordu. Yerine döndüğünde bir süre uyuyamadı. Ertesi gün uyandığında hala huzursuzdu. Komşudaki düğüne gitmek için evde herkes hazırlanıyordu ama o yerinden kımıldamadı. Annesi çağırdığında düğüne gitmeyeceğini söyledi. Gördüğü rüyayı anlattı.,
—Neşe ve annesinin derisinde avuç büyüklüğünde kesikler vardı. Bugün ondan ayrılmayacağım. Diğer kuzucuk gibi başına bir şey gelmesin. Dedi. Annesi ile babasının birbirine baktığını gördü. —Bilmediğim bir şey mi var? Yoksa hasta mı? Diye sordu. Konuşmasını sürdürdü.
—Ben baktım ama iyi görünüyordu. Dedi. Uzun süre Neşe’nin iyi olduğuna küçük kızı ikna etmeye çalıştılar ama ikna olmuyordu. Babası:
—Bana güven, ben buradayım. Başındayım. Yarım saatte gelirsiniz nasıl olsa. Dediğinde küçük kız yarım saat babasına emanet edebileceğini düşündü. Nasılsa babası da Neşe’yi çok seviyordu. Küçük kız annesi ve kardeşleri ile gittiği düğünde çok huzursuzdu. Bir an önce eve dönmek istiyordu. Yarım saat kadar sonra eve döndüklerinde küçük kız Neşe ve annesinin onları ilk gördüğü avluda bu kez cansız yattıklarını gördü. Kurban edilmişlerdi. Olduğu yere yığıldı kaldı. Kendine geldiğinde herkes başındaydı. Önce nerede olduğunu ve ne olduğunu anlamaya çalıştı. Yatağındaydı ve artık Neşe yoktu. Ağlıyordu küçük kız. Bağıra bağıra ağlıyordu. Dönmeyecek, dönemeyecek arkadaşı için ağlıyordu.”

Yaşadıklarını yazan o günün küçük bir kızı, bugünün annesi; sevgili arkadaşını hiç unutamamıştı. Tüm yaşamında özel bir yeri olan babasını çok sevmesine rağmen bu konuda verdiği sözü tutmadığı ve emanetine ihanet ettiği için hiç affedemememişti. Yaşadıkları pek çok insan için sıradan olsa da o bu olayın acısını yüreğinde hep hissetmişti. Gözlüğünü çıkardı. Gözündeki yaşları sildi. Yıllarca içinde sakladığı acıları yazınca kendini hafiflemiş gibi hissetti. Babasının şefkatini, kuzusunun sevgi ve dostluğunu yüreğine koydu. Böylesi daha iyiydi.

Nevin Ergençiçeği

Hiç yorum yok: